CITAK'DA GELiSEN SiYASi HABERLER'i BURADAN OKUYABiLiRSiNiZ
12.03.2010
ÇITAK KASABASI SEÇİM SONUÇLARI VE BELEDİYE BAŞKANLARI
YILI |
NÜFUS |
SEÇMEN SAYISI |
CHP |
ANAP (AP) |
DYP (DP) |
MHP |
AKP |
DSP |
BAĞIMSIZ |
BELEDİYE BAŞKANI ve KAZANAN SİYASİ PARTİ |
2009 |
3453 |
2430 |
673 T. ŞAHİN |
|
|
558 O.Gökçe |
821 |
46 B.Çlebi |
|
Sadri PORHAN (AKP) |
2004 |
3825 |
2552 |
732 |
|
644 E.Gökçe |
|
686 A.Dede |
|
|
Ömer BALYİMEZ (CHP) |
1999 |
3585 |
2295 |
467 T.Şahin |
397 A.Dede |
529 T.Krkurt |
618 |
|
|
|
Erol GÖKÇE ( MHP) |
1994 |
3475 |
2125 |
463 F.Turan |
812 |
196 H.Büyükbaş |
29 |
|
|
SHP (396) Ö.Blyimez |
Ahmet DEDE (ANAP) |
1989 |
3763 |
2062 |
890 |
859 A.Dede |
|
|
|
|
|
Ömer BALYİMEZ (SHP) |
1984 |
3514 |
1584 |
SODEP (361) A.Pıralı |
448 |
420 İ.Ödemiş |
|
|
|
HP(151) V.Atlı RP(52) A.Demir |
Ahmet DEDE (ANAP) |
1977 |
2841 |
1762 |
468 |
420 H.Krkurt |
|
|
|
|
257 S.Krkurt |
Veli ATLI (CHP) |
1973 |
2856 |
1573 |
601 |
432 M.A.Öksz |
129 İ.Ödemiş |
|
|
|
|
Mehmet ŞAHİN(CHP) |
1968 |
2441 |
1402 |
558 |
363 S.Gökçe |
|
|
|
|
210 Fhmi Çivril |
Mehmet ŞAHİN (CHP) |
1963 |
2381 |
1276 |
377 M.Şahin |
441 |
|
|
|
|
133 A.Sarıbiga |
Süleyman GÖKÇE (AP) |
14.09.2009
CUMHURİYETÇİLİK
“Benim ölümlü bedenim elbet bir gün toprak olacaktır.Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza değin yaşayacaktır.” ATATÜRK
Mustafa Kemal , öğrencilik yıllarından başlayarak ülke ve ulus sorunları üzerine kafa yormuş, düşünce akımlarını yakından incelemiş, iyi bir okuyucu olarak kendini yetiştirmeye çalışmış, yurdumuz ve dünyadaki gelişmelerle yakından ilgilenmiştir.
O’na göre mutlakiyet devri yaşanmış bitmiş, meşrutiyet yıllarından sonra tarihin akışı bizi cumhuriyete getirmiştir.
Türk Ulusu’nun Kurtuluş Savaşı boyunca, ihanet içinde bulunan padişahlık yönetimine karşı duyduğu bir tepkidir Cumhuriyetçilik. Halkçılığa dayanan demokrasinin, ulusçulukla birleştirilip laiklikle örülmesiyle ortaya çıkmıştır.
“Türk Ulusu’nun doğa ve karakterine en uygun yönetim, Cumhuriyettir. Demokrasi ilkesinin en yeni ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir. Demokrasi egemenliği kullanan araç ne olursa olsun, esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Onun amacı, ulusun yönetenler üzerindeki kontrolünün sağlanması, sosyal, siyasal özgürlükler sağlamaktır. ( Ekim 1924) ATATÜRK
Cumhuriyetçilik, egemenliğin ulusa ait olduğu, halk ve devlet ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini belirtmektir. Ulus kendi yönetiminde söz sahibidir. Ulusun hükümet işlerini kontrol etme yetki ve olanağı bulunan cumhuriyet yönetimi özgürlük ve demokrasiden ayrılamaz.
Cumhuriyet, bir halk yönetimidir. Halkın yönetimde söz ve karar sahibi olamadığı yönetimlerin cumhuriyet olarak adlandırılmaları yanlıştır, halkı kandırmaya yöneliktir.
Atatürk , 29 Ekim 1923’te ilan edilen cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmiştir. Türk gençliği Ata’sının emanetine , bağımsızlık ve cumhuriyetimize sahip çıkma kararlılığını her fırsatta gösterecek ve gerektiğinde bu görevini kayıtsız koşulsuz yerine getirecektir. Anayasamızdaki , devlet şeklimizin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Türkiye’mizin Irak’a , Afganistan’a dönmesini istemiyorsak, CUMHURİYETİMİZE hep birlikte sahip çıkmalıyız.
MİLLİYETÇİLİK
“Milliyetçilik; Arapça’da, din veya mezhep; bir din veya mezhebe bağlı olan cemaat , Latince’de ise aynı atadan gelenler topluluğu , Türkçe’de de kavim veya aşiret karşılığıdır. Moğolca ulus ise siyasi amaçla bir araya gelmiş olan boylar konfederasyonunu ifade eder Ulus kavramını 8.yüzyılda Göktürkler , budun sözcüğü ile Orhun Yazıtları’nda ölümsüzleştirmişlerdir. “ ( Vikipedi Sözlük)
Bir toplumun ulus olabilmesi için ; aynı acılara üzülerek, aynı başarılara sevinerek, aynı sevinçleri paylaşarak aynı tarih birliğini oluşturması ; aynı bağımsız yurtta , aynı maddi ve manevi değerlere sahip olmanın sevincini duyabilmesi ; gelecekte dahi aynı tarih bilinci ile aynı mutlulukları duyma isteği ve kararlılığı gösterebilmesi gerekir.
Milliyetçilik; ulusu içtenlikle sevme, çağdaş bir toplum olarak yüceltme, ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarına sahip çıkma ve bu uğurda her türlü özveride bulunma istek ve kararlılığı ister. İnsan hak ve özgürlüklerine, insan kişiliğine değer ve önem verir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklük bilinci ve Türk ulusçuluğu fikri ancak 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği akımlarının yaygınlaşmasıyla gelişebilmiştir. Osmanlı’da öteki Müslüman ve hırıstiyan toplulukları bir arada tutabilmek için ümmetçilik ya da Osmanlılık görüşüne bağlı kalma zorunluluğu duyuluyordu. Ancak gerek Fransız Devrimi’nin etkileri, gerek toplumdaki üretim biçim ve ilişkilerinin değişmesi, gerekse birlik ve beraberliğimizi parçalamak isteyen güçlerin kışkırtmaları ile Türk olmayan topluluklar Osmanlı’dan kopup kopup gittiler.
Bizler, tarihin en eski en köklü uygarlıklarından birini kuran bir ulusun çocuklarıyız. Çeşitli alanlarda ve çeşitli zamanlarda insanlığa ışık tutmuşuz. İnsana yakışır örnekler vermişiz. Başka ulusların haklarına saygı göstermişiz. Fethettiğimiz ülkelerdeki insanların dinlerine, inançlarına, geleneklerine, toplum düzenlerine ve yaşayışlarına karışmamışız. İnsanca olan, insana yakışan davranışlarda bulunmuşuz.
Gerçekten milliyetçi olan , Türklüğü ile övündüğü kadar, Türk ulusunun ilerlemesi, kalkınması, zenginleşmesi ve gelişmesi için canla başla çalışan kişidir.
Bugün Nurculuk ve Süleymancılık gibi tarikatların emperyalist güçlerle ilişkileri ve bir İslam birliği kurarak hilafeti ve şeriatı geri getirme istek ve özlemi içinde oldukları bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü dönemlerinde bile gerçekleştirilemeyen bu hayalin peşinde koşanların hangi akla hizmet ettiklerine şaşmamak elde değildir.
Ulusumuzu ve soyumuzu sevmemek elbette ki soysuzluktur. İzleyeceğimiz politikalarla Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızın sorunlarıyla elbette ki ilgilenmeliyiz.Ancak tarih baba bizlere ırkçılığa ve dinciliğe dayanan akımların her zaman ulusumuzun ve hatta dünyanın başına ne musibetler açtığını defalarca öğretmedi mi?
Kendimize ve ulusumuza güveneceğiz. Bu ulusun en elverişsiz ve en ümitsiz zamanlarda bile ne mucizeler gerçekleştirdiğini unutmayacağız. Atatürk’ün yaşamında, Çanakkale’de, emperyalizme karşı verilmiş ilk ulusal kurtuluş savaşı olan Milli Mücadelemizle gerçekleştirilmiş olan mucizeleri ; aklın ve bilimin rehberliğinde ülkemizin bugün de içinde bulunduğu belirsizliklerin ve karanlığın yırtılmasında da gösterebileceğimize olan inanç, güven ve kararlılıkla ; aynı bayrağı tanıyan, aynı eğitimi alan, aynı geleneklere ve tarihe sahip olan, aynı ulusal hedefler doğrultusunda buluşan insanlar olarak ulusal varlığımızı sürdürmek ve yükseltmek için var gücümüzle çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız….
HALKÇILIK
“Biz, ülke halkını, bireyleri ve çeşitli sınıf mensuplarını birbiriyle yardımlaşan, aynı kuvvet ve nitelikte görürüz. Hepsinin yararlarını aynı derecede ve aynı eşitlik duygusuyla sağlamak isteriz. Bu tarz, ulusun genel refahı, devlet bireylerinin kuvvetlenmesi için daha uygun olduğu kanısındayız. Bizim gözümüzde çiftçi, amele, çoban, tüccar, sanatkar, doktor, asker ve sonuç olarak herhangi bir sosyal kurumda çalışan bir yurttaşın hak, yarar ve özgürlüğü eşittir.
Örgüt, baştanbaşa halk örgütü olacaktır. Genel yönetimi halkın eline vereceğiz.Bu toplulukta hak sahibi olmak, herkesin bir iş görmesi esasına dayanacaktır.” ( 1922) M. Kemal ATATÜRK
Atatürk’e göre halk, ulusu ve devleti için çalışan ve çalıştığı oranda da hak sahibi olabilen bireylerdir. Devletin sırtına yüklenmiş asalaklar, bu tanıma dahil değildir.
Batı uygarlığı, halkın kendi kaderine hakim olabilmesini amaçlayan ve halka dayanan bir uygarlıktır. Türk halkını ve o yıllarda halkın ezici çoğunluğunu oluşturan Türk köylüsünü yakından tanıyan , ne durumda olduğunu bilen Atatürk, halkçılık ilkesini yaşama geçirmiştir. O’nun halkçılık anlayışı, halkı toplumsal, siyasal ve ekonomik düzenin temeli kabul eden, akla ve mantığa dayanan gerçekçi ve bilimsel bir halkçılıktır. Her şey halka göre, halk için, halk tarafından olacaktır. Toplum içinde bir taraftan çeşitli grupların karşılıklı çıkarları, bir taraftan da toplumun bütünü ile kişilerin hak ve özgürlüklerinin devlet tarafından korunup kollanması hedeflenmiştir.
Halkçılık ilkesi; kişilerin ve toplumun refah ve mutluluğunu öngörür. Ulusal birlik ve bütünlükle kaynaşarak yaşamayı amaçlar. Devlete, bu amaca ulaşmada yardımcı olma görev ve sorumluluğunu yükler.
Unutmayalım ki;bu ülkede işsizlik günden güne artıyorsa, yüzbinlerce fakülte mezunu gencimiz işsizse, eğitimde bir arpa boyu yol alamamışsak , okuma-yazma bilmeyen sayımız 3-5 milyonlarla ifade ediliyorsa hala , onbinlerce cana malolan PKK terörü bitirilemiyorsa, Atatürk ilke ve devrimleri günden güne aşındırılmaya çalışılıyorsa, ülkemiz kaynakları yerelde ve genelde yok pahasına birilerine peşkeş çekiliyorsa, ulusal değerlerimiz yozlaştırılıyorsa, dış dünyada saygınlığımız azalıyorsa, bilim ve teknolojide esamemiz okunmuyorsa, yoksulluk her geçen gün artıyorsa, tarımımız ölmüşse, esnaf ve sanayicimiz can çekişmekte ise, plansız, proğramsız bir iç göç dalgası kent yaşamını felç etmişse…halkçı bir iktidar çok uzaklarda olamaz .
DEVLETÇİLİK
“Bizim güttüğümüz devletçilik bireysel çalışma ve etkinliği esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu refaha, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde, özellikle ekonomik alanda, devleti fiilen ilgilendirmektedir.
İktisaden zayıf bir ulus, yoksulluk ve sefaletten kurtulamaz. Toplumsal ve siyasal felaketlerden yakasını kurtaramaz. “ M. Kemal ATATÜRK
Osmanlı Devleti Gerileme Devri başlarından cumhuriyetin ilanına kadar sürede yarı sömürge durumuna getirilmişti. Maliye 1876 yıllardan sonra iflas etmişti. Bütçelerin yaklaşık üçte biri dış borçların ödenmesine ayrılıyordu. Dış borçların hatta bunların faizlerinin bile ödenmesi için yeni dış borçlar alınıyordu. Devlet kurumlarının bir çoğu yabancılarca yönetilir olmuştu. Kapitülasyonlar ekonomiyi tamamen felç etmişti. Limanlarımız arasında yolcu taşımak hakkından bile yoksunduk. Sigara, tren , tramvay, elektrik işletmeleri yabancıların tekelindeydi.
Cumhuriyet kurulduğunda; borcumuz iki yüz milyon liradan fazlaydı. Küçük imalat atölyelerinden başka sanayi işletmeleri yoktu. Bütün üretim ve temel gereksinim maddeleri dışarıdan alınıyordu. Yer altı ve yerüstü zenginliklerimizin ayırdında bile değildik. Zaten ilkel durumda olan tarımımız, köylü nüfusun savaşlarda erimesiyle iyice çökmüştü. Yiyeceğimiz buğdayın bile çoğunu dışardan alıyorduk. Verimli topraklarımız çoraklaşmış, gübreleme ve sulama olanaklarından yoksun, bozkırlaşmıştı. Ormanlarımız odunla işleyen trenlerin kazanlarında ve Yunan askerlerinin kaçarken çıkardıkları yangınlarda kül olup gitmişti.
Yapılan binalarda betoncu ve doğramacı ustaları dışardan getiriliyordu. Bakanlık Mahallesi bir Alman mimar tarfından kurulmuş, Elektrik Şirketi’ni yine Almanlar kurmuş ve otuz beş yıl işlettikten sonra bize devretmişlerdi. Ankara’da bulunan Yapı Meslek Lisesi Macar ustalar tarfından yapılmıştı.
Köylerde ve kentlerde oturulacak ev bile kalmamış, tarımsal kaynaklarımız ve hayvan varlığımız yok edilme derecesine getirilmişti.
Bütçenin yüzde kırkını öşür denilen ve köylülerden alınan vergi oluşturuyordu. Gelinlik kızlarımızın çeyiz sandıklarındakiler bile Tekalüfü Harbiye yoluyla cephedeki askerlerimize harcanmıştı. İnsan gücümüzün büyük bölümü aralıksız on yıldan fazla süren savaşlarda eriyip gitmişti.
Yoksulluğumuz yetmiyormuş gibi , sıtma mikrobu taşımayan tek bir yurttaşımız yok gibiydi. Verem halkın ciğerlerini dağlamaktaydı. Hastane, doktor ve sağlık kuruluşlarımızın yetersizliğini belirtmeye gerek yok sanırım.
Bu ortamda sanayi, ticaret ve tarımda kalkınarak çağdaş uygarlığı yakalamak zorundaydık. En iyi öğretmen olan hayatın (yoksulluk ve sıkıntıların) öğretiminden geçmiştik.
Özel girişimciliğe öncelik vererek, ülkemizi hızla ve güvenlik içinde mali, ekonomik ve hukuksal önlemler almalıydık. TBMM tarafından Borçlar Yasası, Ticaret Yasaları ve Medeni Yasa çıkarıldı. Bankacılıkla ilgili düzenlemeler yapılarak bankacılık etkinleştirildi. Atatürk dünya üzerindeki başlıca ekonomik sistemler olan Kapitalizm ve Sosyalizmden farklı olarak , ulusal bünyemize daha uygun olduğuna inandığı DEVLETÇİLİK denilen ekonomik sistemi buldu.
Ne yazık ki o günlerin çok güç koşullarında ülkemize kazandırılmış olan kurum ve kuruluşlar bugün yok pahasına hem de “Babalar gibi satarım” denilerek elden çıkarılmıştır. Üstelik her şeyimiz elden çıkarıldığı halde ne dış borçlarımız azalmış ne de ülkemize yeni tesisler kazandırılmıştır.
Ülkemizdeki kamu kaynaklarının kötü yönetilmesinin, yolsuzlukların , soygun ve vurgunların müsebbipleri “ Dünya üzerinde tek bir komünist ülke kaldı” vb sözleriyle nefretlerini dışa vurmuşlar, Atatürkçü dünya görüşüne karşıt politikalarını, inatla sürdürmüşlerdir.
Türkiye, bugünlerdeki zorluk ve sıkıntılarını halkımızın sağduyusu, inancı ve kararlılığı ile demokratik yollarla aşacaktır elbette.
LAİKLİK
“Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların devamına olanak yoktur. Şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.” ATATÜRK
Laiklik, din ile ilgili olmayan dünya ve devlet işlerini, dini görüşlerden ayırıp bağımsız bir hale getirmektir.
Batı’da 14.yy.daki din adamlarının siyasal nüfuzlarının son bulmasına yol açan mücadelelerine dayanan laiklik, Rönesans ve Reform hareketleriyle gelişmiş, 1789 Fransız Devrimi ile de yayılmıştır.
Hırıstiyanlık dini ve kilise, sadece dinsel konularla uğraşmışlardır. Kendini devlet güvencesinde görmeyen kilise, varlığını sürdürebilmek için hükümdarlarla çatışmış ve bu mücadelelerden güçlenerek, büyük mali olanaklara kavuşarak çıkmıştır.
İslamiyette ise dinsel kurumlarla hükümdar çatışmaları yaşanmamıştır. İslamiyet Allah yolunda cihatla yayılmıştır. Bu nedenle de laiklik batı ile kıyaslandığında farklı biçimlerde gelişmiş ve uygulanmıştır.
Dünyada laik devlet sayısı kadar uygulama biçimi vardır. Bazı laik devletlerde dinsel birlik kurma ve dinsel eğitimle propaganda serbestisi vardır. Amerika’da kilise siyasetle uğraşmaktadır. Belçika, Almanya ve İngiltere’de dini partiler vardır. Bu ülkelerde laik yasalarla , din , vicdan ve düşünce özgürlükleri güvence altına alınmıştır.
Türklerin İslamiyeti kabul ettikten sonraki bazı dönemlerde de (Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlı’nın ilk dönemlerinde) devlet ve din işlerinin birbirine karıştırılmadığı görülür. Ancak 1517 yılında hilafetin Osmanlılara geçmesiyle bu durum değişmeye başlamıştır.
Din ile devlet işlerinin birlikte yürütülmesi, büyük sıkıntılar, sakıncalar doğurmuştur. Şeyhülislam fetvaları , siyasetin aktif birer aracı durumuna getirilmiş, dinsel duygular sömürülmüş, mezhep, tarikat, cemaat ve fırka karmaşıklıkları da eklenince İslamiyetin temel felsefesi giderek değiştirilmiştir.
Batı, tutuculuk bağlarının çemberini kırarken , İslamiyet özgür ve akılcı düşünceye kapılarını kapamaya başlamıştır. Gavur icadıdır denilerek üçyüz yıla yakın Osmanlı ülkesine matbaa sokulmamış, Allah’ın işine karışmak olur denilerek yüz elli yıl astronomi çalışmaları yasaklanmıştır.
Hatta şeyhülislam fetvalarıyla Kurtuluş Savaşı’mıza karşı durulmuştur. Atatürk ve arkadaşları için, katli vaciptir diye fetvalar verilmiştir.
Türkiye’de laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak değil, din ve vicdan özgürlüklerine olanak kazandıran, akılcılığı ve bilimselliği sağlayan bir kural olarak ortaya çıkmıştır.
Laik dünya görüşünden hoşnut olmayan tarikatcılar, Atatürk’lü yıllarda ve çok partili hayata geçilinceye kadar pasifleştirilmişler, çok partili hayata geçilmesiyle birlikte dini duyguların politik amaçlarla sömürülmesiyle yeniden canlandırılmışlardır. Nurculuk, Süleymancılık, Ticanilik,Biberilik ve bunun gibi tarikatlar, cumhuriyetimizin son dönemlerinde faaliyete geçmişlerdir.
“Mukaddes ve tanrısal olan inanç ve vicdani kanaatlerimizin, karışık ve dönek olan , her türlü çıkar ve tutkularına esir olan politikacılardan ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesinlikle kurtarmak, ulusun dünyevi ve uhrevi saadetinin emrettiği bir zorunluluktur.1924” ATATÜRK
Dini inançlarımız Allah ile kul arasından çıkarılıp, dünyasal olaylar ve bazı çıkar çevrelerinin çıkarları için bir oyun haline getirilirse bundan hem din, hem yurttaş, hem de devlet ve ulusumuz zarar görür.
Hurafelerin temelleri temelli çökertilemediği için , bunların ocağı olan tarikar ve cemaatler zaman zaman hortlamış ve laiklik kurallarını çiğneyegelmiştir.
Dinsel duyguların politik amaçlar için sömürülmesi, laikliğin çiğnenmesi hiçbir dönemde ulusumuza ve ülkemize huzur ve rahatlık getirmemiştir.
Türkiye’mizin Irak’a dönmesini istemiyorsak, laikliğe hep birlikte sahip çıkmalıyız.
DEVRİMCİLİK
“Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır.Toplumsal yaşamda, ilim ve fen alanında başarı için yegane olgunlaşma ve ilerleme yolu budur. Hayata ve yaşayışa hakim olan hükümlerin zamanla değişme, gelişme ve yenileşmesi zorunludur.
Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını , tamamen yeni ve bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur.Şimdiye kadar ulusun beynini paslandırarak uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde mevcut hurafeler tamamen kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçeğin ışıklarını sokmak olanaksızdır.” ATATÜRK ( Söylev ve Demeçler , cilt 2 )
Devrim kısa sürede oluşan köklü değişikliklerdir. Devlet eliyle toplumsal yaşamın ve ülke kurumlarının akla uygun , ölçülü yöntemlerle ve köklü biçimde yenileştirilmesidir.
İnsanları , öteki canlılardan ayıran en belirgin niteliklerdir, akıl ve düşünce. İnsanlar hiçbir dönemde elindeki ile yetinmemiştir. Sürekli daha iyiyi, daha yeniyi, daha güzeli, daha doğruyu arar durur. Hep aynı çağın yaşama koşullarına razı olan, yenileşmeye ve değişmeye kapalı uluslar yok olup gitmişlerdir.
Kalkınmada geri kalmış Asya ve yeni uygarlığı simgeleyen Avrupa anakaraları arasında bulunan Osmanlı Devletinin geri kalmış bir ülke olmaktan çıkarılması için yapılan yenileşme ve batılılaşma çabaları ya yetersiz kalmış ya da gerici güçlerce her defasında engellenmiştir.
Mustafa Kemal, kurulan yeni Türk devletinde kültürü, teknolojisi ve yaşam koşullarıyla batılı bir toplum yaratmayı başarmıştı. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet yönetimine geçilmesi, halifeliğin kaldırılarak laik bir yönetim anlayışının yerleştirilebilmesi, harf devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması , uluslar arası ölçü birimlerinin kabul edilmesi, çağdaş eğitime geçiş, tarih ve dil devrimleri, kadınlarımıza tanınan haklar, hukuk devrimi ve getirilen tüm öteki yenilikler; Atatürk’ün Türk halkındaki devrimci ruhu harekete geçirebilmesi ve halkı devrimlerin gerekliliğine inandırabilmesiyle gerçekleştirilebilmiştir.
Türk devrimi; çözüm yollarıyla bütün insan topluluklarını kapsayacak derinlik ve genişliktedir. Gelişmesini tamamlayamamış uluslara hala canlı bir örnektir. Norveç dilinde , içinden çıkılmaz durum ve olaylar karşısında , “ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNMEK” diye bir deyim yerleşmiştir.
Bugün, Atatürk ilke ve devrimlerinin aşındırılmaya, yozlaştırılmaya çalışıldığı bir gerçektir. Karşıdevrimin aldığı mesafe, ulaştığı boyut küçümsenemez, görmezden gelinemez. Ancak tüm gerici odaklar ve bunların kazanımları, sel sularının önündeki bentler gibi yıkılıp yok olmaya mahkumdurlar.
Tekin ŞAHİN
(E.Öğretmen)
11.08.2009
YENi MAKAM ARABASINA YENi SOFÖR
YENi MAKAM ARABASINA YENi SOFÖR ALAN BELEDiYE BASKANI , SOFÖR ARARKENE CITAK KASABASI’NIN BELEDiYE BASKANI OLDUGUNU UNUTMUS HERHALDE , CÜNKÜ YENi SOFÖR MALESEF CITAK KASABASINDAN DEGiL ! KASABAMIZDA OKADAR COK iSSiZ GENC VARKENE , BASKA YERLERDEN SOFÖR CALISTIRMAK PEK HOS BiRSEY DEGiL ! TABiKi YENi SOFÖRE iS’iNDE BASARILAR DiLiYORUZ , ONUNDA KESiN iHTiYACI VARDIR iS’E AMA GENCLERiMiZE YAPILAN BiR HAKARETTiR BU ! SAYIN BELEDiYE BASKANI UNUTMASINKi , KENDiSi CITAK KASABASININ BELEDiYE BASKANI , BASKA BiR BELEDiYENiN DEGiL ! EGER CITAK’LI GENCELRiMiZi HiC YERiNE KOYUP BASKA YERLERDE iSCi ARIYORSA , KENDiSi CITAK BELEDiYESi iCiN COK YANLIS BiRiSi ! UMARIZ HATASINI TELAFi EDER !
SAYGILIRIMIZLA
06.07.2009
BELEDiYE ' YE YENi ARABA ALINMIS , ARTIK BELEDiYEMiZiN iKiNCi BiR ARABASI DAHA VAR , KASABAMIZIN BORCLARINI GÖRMEZLiKTEN GELiP SADECE RAHAT BiR MAKAM ARABASINA BiNEBiLMEK iCiN YENi BiR ARABA ALAN BELEDiYE BASKANI, iLK LÜKS HAYATA ADIM ATMIS BULUNUYOR ! EGER KASABAMAZIN BORCLARI YOK DIYORSA CITAK BELEDiYE BASKANI , OZAMAN ONDAN ÖNCEKi BELEDiYE BASKANI COK iYi iSLER YAPMIS , EGER BORCLAR VARSA , NEDEN ÖNCE BORCLARI ÖDENMiYOR ? SECMENLER BASKANINI DAHA COK LÜKS ARABANIN iCiNDEMi GÖRMEK iSTER YOKSA BORCSUZ BiR KASABADAMI YASAMAK iSTER ? BUNU SECMENLERE SORMAK LAZIM !
14.05.2009
POLİTİKA MI DEDİNİZ?
İtalyanca bir sözcük olan politika ; devlet işlerini düzenleme ve yürütme anlamına gelmektedir.
Yöntem; anlamında kullanıldığı gibi “Mirasyedi politikasıyla yedi bitirdi nesi var nesi yoksa”, “bir amaca ulaşabilmek için başkalarının duygularını okşama,zayıf noktalarından, aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma” anlamında da kulanılagelmiştir.
Sözcük, elbette kullanılış amacına göre anlamlandırılacaktır. Birçok sözcüğü biz kullanıldığı tümceye göre anlamlandırırız, yorarız.
Bizim karşı çıkacağımız durum, bu konuda takiyye yapılması. Politikaya soyunan insanların gerçek niyetlerini gizleyerek, benim, temiz yürekli, ne yazık ki bilgi yoksulu halkımı kandırmaları.
Hem yerelde hem de genelde politikacılar yasalarla kendilerine verilen görevleri yerine getirebilme çabası ve gayreti içinde olmalıdırlar.
Ha onların böyle olabilmeleri de bizlerin ilgili ve bilgili olabilmesi ile olanaklıdır.
Bana yol,su,eğitim,sağlık,ulaşım,güvenlik vb.hizmetleri sağlamakla görevli insanlar, bu görevlerini yapmak yerine benim dini duygularımı,yoksulluğumu, cehaletimi sömürmenin yollarını aramakla meşgul. Kafa kol ilişkileriyle yerini sağlama almaya çalışmakla meşgul.
Demokrasi; eğitimli (tabii ki kastedilen çağdaş,laik ve bi-limsel eğitimdir) ve örgütlü (tarikat ve cemaat örgütlenmesi değildir kastedilen) insanların rejimidir.
Toplumun büyük bir çoğunluğu politakaya uzak durduğunu sanıyor. Yine bir çok kişi de ben politikadan anlamam diyor. Elbette bu insanların ilgisizlikleri ve bilgisizlikleri politikayı kişisel çıkarları için kullananların işlerine yarıyor.
Unutmayalım ki;bu ülkede işsizlik günden güne artıyorsa, yüzbinlerce fakülte mezunu gencimiz işsizse, eğitimde bir arpa boyu yol alamamışsak (en son yapılan Milli Eğitim Şurasında 800 dolayında eğitimci 8 gün boyunca imam-hatipler ve türbandan başka bir konuyu görüşememişse) , onbinlerce cana malolan PKK terörü bitirilemiyorsa, Atatürk ilke ve devrimleri günden güne aşındırılmaya çalışılıyorsa, ülkemiz kaynakları yok pahasına birilerine peşkeş çekiliyorsa, ulusal değerlerimiz yozlaştırılıyorsa, dış dünyada saygınlığımız azalıyorsa ( bugünkü TV haberlerinde Fransa’da asılmış olan, türbanlı bir bayanın bir Fransız erkeğine şehvetle asıldığı ve onun da “Ne bu gece ne de başka zaman”dediği afişi gördünüz mü?), bilim ve teknolojide esamemiz okunmuyorsa, yoksulluk her geçen gün artıyorsa, tarımımız ölmüşse ya da can çekişmekte ise…kabahatın çoğu bizim.
Hangi görüşte olursak olalım, hangi siyasi partiye oy vermiş olursak olalım; ülkemiz sorunlarına ilgisiz kalmayalım, çeşitli meslek örgütlerinin, sendikaların, derneklerin,siyasi partilerin vb.nin etkinliklerine, bir biçimde katılmaya çalı-şalım. Oralarda dürüst,namuslu, işinin ehli,uzman kişilerin işbaşına gelmesi için gayret edelim.
Bizler önce kendimizi değiştirmeye ve geliştirmeye çalışalım.Göreceksiniz ki en kısa sürede birçok şey kendiliğinden düzelmeye başlayacak.
Tekin ŞAHİN ( Milliyet Blog 04.10.2007)
14.05.2009
SEÇİMLERİN ARDINDAN
29 Mart 2009 Yerel Yönetimler seçimlerini geride bıraktık. Artık belediye başkanlarımızı, il genel meclisi üyelerimizi, mahalle ve köy muhtarlarımızı , belediye meclisi üyelerimizi, ihtiyar kurulu üyelerimizi belirledik.
Şimdi iş zamanı. Her seçilen bilgisi, görgüsü, ehliyeti, deneyimi, anlayışı ve sezgisi oranında ve yasalarla belirlenen sınırlar içinde hizmet üretmeye, yararlı olmaya çalışacak. Muhalefette kalanların da onlara belirli bir süre tanıyarak beklemede olacakları muhakkak. Elbette her yararlı işte destek olmak, yardımcı olmak ya da güçlük çıkarmaya çalışmamak gerek. Ancak tanınan süre sonunda seçilenlerin ehliyetsizlikleri, deneyimsizlikleri, iyi niyetli olmayışları açığa çıkarsa en acımasız biçimde eleştiri oklarına hedef olacaklarını bilmeleri gerekir.
Seçilen arkadaşlarımızın içlerinde daha önce bu görevlerde bulunmuş olanları olduğu gibi ilk kez seçilenler de vardır mutlaka. Biz her arkadaşımızın iyi niyetle, içtenlikle ve dürüstçe çalışacağına inanmak istiyoruz. Bütün görevlerde ilgili yasa, tüzük, yönetmelik ve yönergelerin birer kez gözden geçirilmesinin yararlı olacağına hatta meclis toplantılarında bunların topluca okunup değerlendirilmesinin gerektiğine inanıyoruz. Daha önce bu görevlerde bulunmuş ve başarıları görülmüş saygın yöneticilerimizin deneyimlerinden yararlanmak gerektiğini belirtmeye gerek yok sanıyorum.
Özellikle belediyecilikte görülen keyfi yönetim uygulamaları; hem personelle yöneticinin hem de personelin kendi arasındaki sevgi, saygı ve güvenin zedelenmesine hatta yok edilmesine yol açacaktır. Elbette belediye başkanının bazı kadrolarda değişiklik yapma vb. tasarrufları olabilmelidir. İnsan kaynakları en verimli olabileceği biçimde düzenlenmelidir. Ancak insan kaynaklarının da haklarını ve görevlerini bilmesinde sayısız yararlar vardır. Her birimde görevler mutlaka yazılı olarak bir yönerge ile belirtilmeli, izinler vb. haklar da önceden planlanmış olmalıdır. Verilen sözlü ve yazılı emirler yasalara aykırı olamaz. Şayet olursa da suç işlenmiş olur. Kanunsuz suç olamayacağı gibi kanunsuz ceza da olamaz.
Belediye çalışanlarımız da görevlerini en iyi biçimde yerine getirmeye çalışmalı, yasalarla kendilerine verilen hakları da gerektiğince kullanabilmeli hatta geliştirebilmek için bütün demokratik yol ve yöntemleri kullanmalıdırlar.
Bizlere hizmet etmek için gecesini gündüzüne katacak olan yerel yöneticilerimize ve çalışanlara , her zaman ve her koşulda yardımcı olmaya çalışmak , güçlük çıkarmamaya çalışmak da bizlerin birincil görev ve sorumluluğu olmalıdır.
Tekin ŞAHİN